Erzincan Kemah’ta 450 yıllık tuz ocağı, güneş ve rüzgârla doğal üretim yapıyor. Tarihi Hititlere uzanan bu coğrafi işaretli tuz, ağır metal içermeyen yapısıyla hem sağlıklı hem ekonomik bir miras sunuyor.
Erzincan’ın Kemah ilçesine bağlı Kömür köyünde, 450 yıllık geçmişe sahip bir tuz ocağı, doğal yöntemlerle üretim yaptı. 2025 yazının sıcak günleri, bu coğrafi işaretli doğal kaynak tuzunun üretimine bereket getirdi. Hava sıcaklıklarının iyi olması durumunda üretim artıyor. Ancak bu tuz, sadece sofralara lezzet katmadı; aynı zamanda Hititlerden Osmanlı’ya uzanan bir tarihsel mirası modern çağlara taşıdı.
İlçe merkezine birkaç kilometre uzaklıkta bulunan tuz ocağı, geçmişte devlet tarafından işletildikten sonra özelleştirildi. Bölgenin tuz ihtiyacını karşılayan bu ocak, yaklaşık 100 metre derinlikten gelen tuzlu suyun, 150’den fazla havuzda biriktirilip güneş ve rüzgârla buharlaştırılmasıyla üretim gerçekleştirdi. 250 bin metrekarelik bir alanda faaliyet gösteren ocak, havaların sıcak olması durumunda üretimde de ciddi artış oluyor.

TARİHİ BİR MİRAS: HİTİTLERDEN SARAY SOFRALARINA
Bu tuz ocağının geçmişi, 450 yıl öncesine, Osmanlı dönemine uzandı. Evliya Çelebi’nin Seyahatname eserinde övgüyle bahsettiği bu tuz, Osmanlı saray mutfaklarında kullanıldı. Ancak tuzun hikayesi çok daha eskiye, MÖ 2000’e kadar gitti. Hitit kaynaklarında, Erzincan ve çevresinin “Hayaşa” bölgesi olarak anıldığı ve tuz üretiminin bu dönemde de yapıldığı bilindi. MÖ 9. yüzyılda Urartu Devleti’nin bu bölgeyi güçlü bir eyalet merkezi haline getirdiği, tuz üretiminin de stratejik bir ekonomik faaliyet olarak sürdürüldüğü anlaşıldı. Pers döneminde ise bölge, “Armina” satraplığına dahil edilerek tuz ticaretinde önemli bir rol oynadı.
11.yüzyılda Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklerin hakimiyetine giren bölge, Mengücek Beyliği’nin başkenti oldu. Mengücek Gazi tarafından fethedilen bu topraklarda, tuz ocağı ekonomik ve stratejik bir merkez olarak değer kazandı. 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in fethiyle Osmanlı topraklarına katılan bölge, tuz üretimine kesintisiz devam etti. Bu tuz, sadece gıda saklamada değil, ticaret yollarında da önemli bir yer tuttu ve Tarihi İpek Yolu üzerinde bir köprü vazifesi gördü.
DOĞAL ÜRETİM, MODERN SOFRALAR
Zahmetli bir süreçle üretilen bu tuz, bölgenin yanı sıra İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere gönderildi. Berrak rengi, sertliği ve eşsiz lezzetiyle bilinen tuz, özellikle peynir, turşu ve salamura yapımında tercih edildi. Gıda ürünlerinin raf ömrünü uzatma özelliğiyle öne çıkan bu doğal tuz, yörede peynirciler, yaylacılar ve salamuracılar tarafından kullanıldı. Tuzun amorfik kristal yapısı, kolay ufalanabilirliği ve dil yakıcı tadı, onu diğer tuzlardan ayırdı.
Bölge halkı Kemah Tuzunun bölge için önemini şu sözlerle ifade ediyorlar: “Eskiden buzdolabı yokken, insanlar gıdalarını bu tuzla korudu. Kavurma, peynir ve et, bu tuz sayesinde aylarca bozulmadan saklandı. Tuz, bu bölgede adeta hayat demektir.”

AĞIR METAL İÇERMEYEN SAF LEZZET
Tuzun kalitesi, ağır metal içermemesiyle dikkat çekti. Metin Tanrıkulu, üretim sürecini şöyle anlattı: “Tuz tamamen doğal yollarla elde edildi ve hiçbir kimyasal katkı içermedi. Yer altından gelen tuzlu su, havuzlarda güneşin sıcaklığıyla buharlaştırılarak kristalleşti. Bu süreçte sıcak hava çok önemli oldu. Üretim, haziran ortasından eylül ortasına kadar sürdü ve bu kısa sürede bölgenin tuz ihtiyacı karşılandı.” Tuzun yüzde 14 ila yüzde 24 arasında değişen tuzluluk oranı, mineral zenginliğiyle birleşti ve sağlıklı bir alternatif sundu.
BÖLGE EKONOMİSİNE VE KÜLTÜRE KATKI
Coğrafi işaret tescilli bu tuz, hem lezzeti hem de sağlıklı yapısıyla sofralarda yer aldı. 3 bin yıllık bir geleneği modern çağda sürdüren bu doğal tuz, bölgenin ekonomisine katkı sağladı. Munzur Dağları’nın kaya tuzu yataklarından doğan bu miras, Hititlerden Osmanlı’ya, saray mutfaklarından modern sofralara uzanan bir köprü oldu. Türkiye’nin dört bir yanındaki sofralara sağlık ve lezzet katan bu tuz, aynı zamanda Tarihi İpek Yolu’nun bir parçası olarak bölgenin kültürel zenginliğini yansıttı.
